awful - very bad
Bir şeyin, özellikle de hoş olmayan veya olumsuz bir şeyin kapsamını vurgulamak için kullanılır.
Bir örnek;
It smells awful in here. (Burası çok kötü kokuyor)
intelligent - very smart
Özellikle yüksek düzeyde zekaya sahip olmak veya göstermek.
Bir örnek;
John is intelligent and hardworking.
sorrowful - very sad
Üzüntülü hissetmek veya göstermek.
Bir örnek;
She looked at him with sorrowful eyes. (Ona hüzünlü gözlerle baktı.)
distraught - very upset
Çok üzgün, perişan hissetmek.
Bir örnek;
Distraught parents looking for a runaway teenager. (Kaçak bir genç arayan perişan ebeveynler)
freezing - very cold
0 derece altında.
Bir örnek;
Strong winds and freezing temperatures. (Kuvvetli rüzgarlar ve dondurucu soğuklar)
forceful - very strong
Güçlü ve iddialı (özellikle bir kişi veya tartışma konusunda)
Bir örnek;
She was a forceful personality. (O güçlü bir kişilikti)
luminous - very bright
Işıkla dolu veya ışık saçan, parlak
Bir örnek;
Her eyes were luminous with joy (Gözleri sevinç ile ışıl ışıldı)
swamped - very busy
Aşırı meşgul olmak.
Bir örnek;
They have been completely swamped with new customers this week. (Bu hafta tamamen yeni müşterilerle dolup taşıyorlardı)
cautious - very careful
Olası sorunları veya tehlikeleri önlemek için dikkatli.
Bir örnek;
He is a cautious driver. (O dikkatli bir sürücüdür)
obvious - very clear
Kolayca algılanan veya anlaşılan, açık, aşikar.
Bir örnek;
Unemployment has been the most obvious cost of the recession. (İşsizlik, durgunluğun en belirğin nedeni oldu)
vibrant - very colorful
Canlı, enerjik.
Bir örnek;
A vibrant cosmopolitan city. (Hareketli kozmopolit bir şehir)
perplexed - very confused
Şaşkın.
Bir örnek;
She gave him a perplexed look. (Ona şaşkın bir bakış attı)
cruel - very mean
Kasten başkalarına acı veya ıstırap vermek veya bu konuda hiçbir endişe duymamak, zalim.
Bir örnek;
They are dangerous people who are cruel to animals. (Hayvanlara karşı acımasız olan tehlikeli insanlardır)
frequently - very often
Düzenli olarak veya alışkanlıkla, sıklıkla.
Bir örnek;
They go abroad frequently. (Onlar sık sık yurtdışına çıkıyorlar)
ancient - very old
Çok uzak geçmişe ait ve artık var olmayan, antik.
Bir örnek;
You make me feel ancient. (Bana kendimi eski gibi hissettiriyorsun)
transparent - very open
Işığın geçmesine izin veren, arkadaki nesneler açıkça görülebilen, saydam, şeffaf.
Bir örnek;
Transparent blue water. (Şeffaf mavi su)
excel - very good
Bir faaliyet veya konuda son derece iyi veya yetkin olmak, mükemmel.
Bir örnek;
He excels at fighting in the playground (O oyun alanında dövüşmekte ustadır)
idiotic - very stupid
Ahmakça, aptalca.
Bir örnek;
This is an idiotic suggestion. (Bu aptalca bir öneri)
ecstatic - very happy
Aşırı mutluluk veya neşeli, heyecanlı hissetmek veya ifade etmek, kendinden geçmiş, mest olmuş.
Bir örnek;
The new president was greeted by an ecstatic crowd. (Yeni cumhurbaşkanı coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandı)
hot - very warm
Yüksek derecede ısıya veya yüksek sıcaklığa sahip olmak, sıcak, ateşli, kızgın.
Bir örnek;
It's hot in here. (Burası sıcak)
frail - very weak
Zayıf, kırılgan, hassas.
Bir örnek;
He has a frail body. (Çelimsiz bir vucudu var)
starving - very hangry
Açlık.
Bir örnek;
The world has starving children. (Dünyanın açlıktan ölmek üzeri olan çocukları var)
battered - very hurt
Hırpalanmış, dövülmüş, yaralanmış.
Bir örnek;
He finished the day battered and bruised. (O günü hırpalanmış ve yara bere içinde bitirdi)
huge - very large
Kocaman, dev, olagan üstü.
Bir örnek;
They made huge profits in cryptocurrencies. (Kripto paralarında büyük karlar elde ettiler.)
indolent - very lazy
Aktivite veya efordan kaçınmak istemek, tembel, uyuşuk, üşengeç.
Bir örnek;
They were indolent. (Onlar çok tembeldi)
extensive - very long
Geniş bir alanı kapsayan veya etkileyen.
Bir örnek;
Here is an extensive garden. (İşte geniş bir bahçe.)
İngilizce "very" demeyi bırak!